Sticky post

Bir Romanın Getirdikleri

“Adana dönüp de ne ihtiyarın ne de kızın yerinde olmadığını görsen ne hissederdin, bir düşün bakalım. Gizemli eğlence yok, oyunlar yok. Bütün o mekân sonsuza dek kilitlenmiş. Bitti bitti bitti.” John Fowles, Büyücü kitabından oldukça sıradan görünen bir alıntıyla geldim bugün. Notu bırakan karakter Alison, ana karakterin gözünden defalarca basitlik, yavanlık, saf ve şiirsel dokunuştan, zarafetten uzak oluş ve kabalık ile yansıtılmış olmasına rağmen aralarında … Continue reading Bir Romanın Getirdikleri

Sticky post

Edebiyat, Popüler Kültür ve Düş Kurmak

Son dönemde teknolojinin gelişimiyle birlikte yalnızca bilgiye değil çeşitli ünvanlara da ulaşım kolaylaştı. Bunlardan en yaygını ne yazık ki (gözüme çarpan kadarıyla) sanatçı veya yazar kimliği.

Ben de yaparım” edebiyatı

Her konuda istediğimiz an hap haline getirilmiş bilgilerle donanarak fikir sahibi olabiliyor, daha da korkuncu bu sahip olunan fikirlerle tartışmaya girmekten bir an bile çekinmiyoruz. Bir sonraki adımda da kendimizce galip geldiğimiz bu münazara mutasyonu tartışmalardan kalan bilgilerimizi başkalarına sosyal medya aracılığıyla sunuyoruz. Bir süre de bu şekilde ilerledikten sonra sıra kitap çıkarmaya geliyor elbette. Bu süreçte kitap ne, ben kimim, edebiyat ne (bu epey ucu açık bir soru tabi), bunu anlattım ama bunun etkisi ne olur, ben şu an ne diyorum, benim dışımdaki dünya nasıl bir dünya, evrensel olan nedir, kült olan nedir vs. sorular asla zihinde sağlıklı düşünsel süreçlere konu olamıyor.

Çağın popüler istekleri doğrultusunda, maddi kaygılar önde tutularak, isim yapmak için, “Bakın ben bunu da yaptım!” demek için yazılmış metinler havada uçuşuyor. Bir de bunların yanında çırak olma ruhunu asla ruhunda taşımamış insanlar sağlam bir okuma geçmişleri olmamasına rağmen “wattpad edebiyatı” diye tabir ettiğimiz eserler ortaya koyuyor (iyi bir okuma geçmişi olmayan kişinin nitelikli eser ortaya koyamayacağında hemfikir olunduğunu düşünüyorum bunu yazarken).

Hepsinin üzerinde biraz işlevsel olduğunu düşündüğüm başka bir eser tiplemesi daha var (“I’m not gonna name names :)”). Bu tip eserler yazar öldükten en fazla beş on sene sonrasına dek ünlerini korur ve çağımızın odak süresi kısa, uzun cümleler ve betimlemelerden hemencecik yorulan insanına çok başarılı bir şekilde hitap eder. Sigara, argo, yeraltı edebiyatının bir gölgesi, bazen polisiye ve gizem bazen dizilerde karşımıza çıkabilen entrikalar, klişe diyaloglar ve klişe bir anlatım gırla gider. Bu klişelerden bazıları öyle zekice denk getirilir ki ağızdan ağıza dolaşır ve dünya edebiyatının özgün, kült eserlerine henüz kucak açmamış bireyleri derinden etkiler.

Kitap ırkçılığı yapmak

Bu kadar tespit ve yakınma üzerine elbette kendimce yapılmasını gerekli bulduğum şeyler var. İlk etapta okunan kitabın sayısı değil kalitesi önemsenmeli. Okumaya alışık olmayan, kitap sevmeyen birine veya bir çocuğa gidip ilk denemesinde Proust okutmaya çalışın demek değil tabi ki bu. Her yaş ve her seviyede kendi türünde nispeten kolay okunabilir kitaplar mevcut. Üstelik sanat veya edebiyatın kimseye kolay olmak gibi bir borcu da yok. Nihayetinde sanatı kişilerin seviyesine indirgemek değil kişilerin anlayışını sanatı sağlıklı biçimde eleştirecek kadar yukarı çekmek doğru olan gibi görünüyor. Demem o ki kitap ırkçılığı yapın! “Ne var canım wattpad edebiyatı okuduysa, okusun yeter ki” demeyin. Bir kitabı anlayamamak, sıkılmak, bunalmak birer işarettir. Kişinin kendi zevklerini ve eksiklerini tanıması yolunda önemlidir. Eğer kişi Dostoyevski okuduysa ve sıkıldıysa bu durum bazı sorular sordurmalıdır. Bu yazar kimdir, hangi dönemde hangi koşullarda yaşamıştır, beni neden sıktı veya neden anlam veremedim, dünyaya bakışımız ne yönden farklı, nasıl yazsa daha güzel olabilirdi, onunla aynı dönem ve milletten gelen kült isimlerin üslubu nasıl, aralarında ne gibi farklar var, onlar da sıkıcı olacak mı…

Çok fazla kazanım söz konusu. Tüm bu sorular aslında sevmediğiniz bir kitaptan karşınıza çıkıyor ve sizi zenginleştiriyor. Üstüne üstlük kurgu nasıl olsa daha çok severdim, üslup nasıl olsa beni çekerdi gibi sorular kişiyi düş kurmaya da iten şeyler. Günümüzde özellikle çocukların en çok yitirdiği de bu, düş kurmak.

Bahsettiğim düş kavramı bireysel geleceğimizle ilgili olan hayalleri içermiyor. İş, aile, gelecek, para, arkadaş gibi unsurlarla ilgisi yok. Bu düş kurma eylemi masallar ve mitlerdeki gibi bir ağacın veya bir kuşun öyküsünü merak etmek, ona bir kurgu uydurmak veya çağrışımlara izin verip komik ya da alakasız görünen şeyleri (örneğin mor çimenleri yiyen yeşil lamaları) hayal etmekle ilgili. Çocuksu hayal bilinci, ruhu besleyen en önemli unsurlardan biri. Günümüzde oynanan çoğu oyun hayalden uzak ve ekipmanlara bağlı, bu da düş kurma içgüdümüzü ta yaşamın en başından çekip alan bir durum.

Continue reading “Edebiyat, Popüler Kültür ve Düş Kurmak”